Tuesday, May 16, 2006

GİRİŞ

1976 yılı içerisinde, Avrupa’nın resmî komünist partileri, “proletarya diktatoryası” fikrini tamamen reddettiklerini, resmen açıkladılar. Bu olay, elbette ki bütün dünyada geniş tartışmalara yol açtı. Türkiye’de de, proletarya mücadelesinin en iyi örgütleri olduklarını iddia eden resmî ve gayri resmî siyasî gruplar, mesele hakkında tepkiler gösterdiler.
Bunlardan bir kısmı, bu hareketi şiddetle protesto eder göründüler. Bunlar esasta, kendilerinin de kayıtsız şartsız teslim olduğu, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin önderliğindeki revizyonist kampın parçalanmasını protesto etmekteydiler. Nitekim, son Avrupa Komünist Partileri toplantısı, Sovyetler Birliği’nin, Avrupa resmî komünist partilerinin bütün geri adımlarını nasıl candan desteklediğini ortaya koyunca; mesele, bu gruplar tarafından gereken ilgiyi görmemeye başladı.
Bazı gruplar ise, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin önderliğindeki revizyonist kampın parçalanması meselesini ön plâna çıkararak, Avrupa Komünist Partilerinin, sınıf mücadelesini en açık biçimde reddetmelerine, genel olarak pek önem vermediler. Bunlar, Çin Komünist Partisi’nin revizyonist hâkim görüşünü benimseyerek meseleye eğilenler idiler.
Ağır başlı, içi en kof revizyonizmin bazı Türkiye’li temsilcileri de, İtalyan revizyonistlerinin biricik önderi ve revizyonizmin bugünkü önde gelen Avrupalı teorisyeni Berlinguer ile, Fransız revizyonizminin başarılı uygulayıcısı Marchais’yi ve İspanyol Carrillo’yu, dolaysız ve candan alkışladılar.
Bazıları da, bu meseleye hiç mi hiç dokunmadılar. Bunlar, genellikle orta yolcu, bu tip gelişmelere karışıp bulaşmamakta fayda gören, üstün siyaset erbabı pozunda olanlar idi.
Sınıf mücadelesinin tabiî bir sonucu olarak, “proletarya diktatoryası”ndan vazgeçmenin mümkün olamayacağını söyleyen siyasî grup ve kişiler de ortaya çıktı. Bu çıkış, bu kadarıyla elbette ki doğrudur ve sınıf mücadelesinin Marksist – Lenininst öncülüğüne yapılan saldırıları önlemek için iyi bir başlangıçtır.
Bizim, meseleye önem vermemiz, bu kavram çevresinde yaratılan fırtınanın içerisinde, kavramın ulaştığı örgütlenme meselesine, yeniden bir bakış getirmektir. “Proletarya diktatoryası” kavramı içerisinde, Marksizm-Leninizm’in sınıf mücadelesinin ihtilâlci metoduyla, yeni sosyalist devletin inşası ve komünizmin yaratılması ve bunların içerdiği herşey aranmalıdır.
Marksizm’in ve daha sonra da, Marksizm-Leninizm’in her türlü tahrifatının esas göstergesi, proletaryanın siyasî parti örgütlenmesi olmuştur. Sınıf mücadelesi ile neyi kastettiklerini, en iyi onların siyasî örgütlenmelerinden çıkarmak mümkündür. Bu neden ile, henüz Türkiye’de proletarya partisini yaratma göreviyle karşı karşıya bulunduğumuzu da gözönüne alarak, parti meselesini hep ön plânda tuttuk.
Sınıf mücadelesinin herhangi bir anında, burjuvazinin geçici bir galibiyet sağlaması halinde, dünya devrimci mücadele tarihinin tecrübeleri göstermektedir ki, Marksizm-Leninizm gözden geçirilmeye başlanır. Bu gözden geçirme işlemi, Marksizm-Leninizm’e bir bilim olarak baştan beri sahip çıkmaya cesareti olmayan, küçük burjuva sözde sosyalistleri tarafından, hararetle kabul edilen bir olay olur. Böyle durumlarda, Marksizm-Leninizm’den başka, her türlü burjuva ve küçük burjuva düşüncesi, proletarya hareketi içerisinde kol gezer. İşte, tam da böyle ortamlarda, Marksist-Leninist düşüncenin sürekli olarak ileri sürülmesi gerekir.
Avrupa’lı revizyonistlerin, “proletarya diktatoryası”nı reddi, Türkiye’de revizyonizmin ileri teorisyenlerinden olan Mehmet Ali Aybar tarafından da eleştirilere uğradı. Mehmet Ali Aybar’ın karakteristiği, revizyonizmi ithal malı olarak bırakmayıp, onu yerli bir biçimde inşa yoluna gitmesidir. Yazar, düşünceleini açıkladığı “Sosyalist yol” dergisinin Kasım 1975 ve Nisan 1976’ya kadar ki sayılarında, “Ekim Devriminin 58.Yıldönümü Dolayısıyla Sosyalizmde Bürokratik Sapmanın Tarihsel ve Teorik Kökenleri” başlığı altında yazılar yayınlayarak, Türkiye revizyonizminin teorik temellerini oluşturmaya başladı. Çeşitli zamanlarda basına intikal eden beyanlarında da, bu teorisini güçlendirmeye gayret gösterdi.
Bugün, Marksist-Leninist’ler için Aybar’ın önemi, proletaryanın siyasî partisi gibi, hayatî bir meseleye sürekli olarak eğilmesi ve saldırılarına hedef olarak, leninist partileri seçmiş olmasındadır. İşte bu yüzdendir ki, onun Marksizm-Leninizm’e saldırılarını dikkate aldık ve bu saldırılara karşı koyarak, Marksizm-Leninizm’in bize gösterdiği yolun ne olduğu konusunda açıklamalar getirmeye çalıştık.Proletaryanın, ihtilâlci bir siyasî partiye ihtiyacı vardır. Böyle bir maddî ihtiyaç, aynı zamanda, sağlam bir örgütlenme teorisinin ihtiyacını da birlikte getirmektedir. Aşağıda sunduğumuz yazılar, bu teorinin inşasında, attığımız adımlardan biri olarak sayılmalıdır.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home